“Ben fal bakmayı bilmem” dedi bir haftasonu kahvaltıya
gittiğimiz yerdeki falcı, “sadece insanların duymak istediklerini söylerim,
onlarda kulaklarına hoş gelen şeylere inanmayı seçtikleri için iyi fal
baktığımı düşünürler.”
Sen sırf kahvaltıdan
sonra güzel bir fal baktırmak için bir kıtayı aş, köprüler geç sonra kadın
aslında fal bakamadığını ve salladığını iddia etsin, hiç etik değil, futbolcuyu
sakatlamaya yönelik hareket, bu uzatılan barış çubuğuyla adeta sırtını kaşımak.
Oysa yeniden inanmaya da hazır gitmiştim falcılara, cebimde “bizim arkadaş bi
falcıya gitmiş, adam resmen isim veriyormuş yeaa” hikayeleri.
Neyse efendim, kadının kara kaşını, kara gözünü izleyip, kocasının
biraderiyle ortak iş kurup nasıl battığını dinlemektense birkaç güzel söz
duyarım, sonra da artık coşkuyla şahlanmış egoma atlayıp eve giderim
düşüncesiyle verdim kahve fincanımı eline. Sanırsın ki kumdan kale yapmak için
doldurmuşum bardağı, geleceğimle ilgili çok bilgi çıksın diye kahvenin yarısı
fincanda, kadının bardağı kaldırmasıyla tepetaklak oluverdi. “of, dedi. Zor zamanlar
geçmiş, ama bitmiş çok şükür.”
Etrafımdaki insanlar hemen, evet, cık cıkcık nasıl biliyor
diye coşturdular hatunu. Kadın mutlak olarak gaza gelme enerjisiyle çalışıyor
olmalı ki “ama” dedi, durakladı. “seni upuzuuuun bir duvak içerisinde
görüyorum. Bu yıl evleniyorsun.”
Her türk filminin sonunda nasıl fakir genç fabrikatörün
kızıyla evleniyorsa, her kahve falının sonunda da müzmin bekarlar için de
evlilik senaryoları yazılır, diye düşündüm. Ve monalisa smile yaptım ki
hatuncuğum sevindim mi üzüldüm mü bilemesin. Neyse; bu halim onu kızdırmış
olmalı ki tek tek sıralayarak hayatımdaki olayları devam etti. Bu da bana cok
hava almadan kapak oldu açıkçası. Önce iş yerimdeki müdürümü tarif etti, sonra
çevremdeki insanları anlattı, son olarak da hayatıma girecek “koç” burcu ile
ilgili kendi fantezilerini benim kahve falımda gördü.
Bilmiyorum, belki kendi gençlik yıllarında olanları bana
anlattı, yok eşinin annesiyle aran pek iyi olacak ama evlilik oncesi sorunlar
yaşanacak. Yok şöyle bir tatil var, boyle bir araba, şöyle bir yazlık, oooh,
akşama fasulye var, yanına pilav derken… ben evdeki çeyiz çantamı yapmaya
vaktim kaldı mı, yoksa balayı için otel rezervasyonuna geç mi kaldım düşüncesiyle
daldım, gittim. Ta ki uzaktan “pardon, yanınızdaki sandalye boş mu?” sorusunu
duyana kadar. Evet canım, o sandalye boş. Hayatımdaki koç gelene kadar da boş
olacak tamam mı? Sonra zaten Ayvalık’taki yazlığımıza alcaz kocişimle o
sandalyelerden biz.
Neyse efendim, people believe what they want to believe. Ben,
şimdilik hayatımdaki tüm koçlara son derece kibar davranıyorum. Kahve falı ya
bu, tutacak hali yok demeyin; ya tutarsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder