1 Mart 2013 Cuma

evet, ne yazık ki onurun, gururun, haysiyetin, ailenin, aşkın, sevginin yozlastığı/önemsenmediği, çıkarlarla, beklentilerle, karlarla, hesaplarla dolu; dostunu düşmanını karıştırdığın ve en önemlisi yağmurlu havalarda müşteri beğenen taksicilerin bulunduğu bir dünyaya bir sevgili daha getirmistim. Zaman zordu, insanlar ve ozellikle xy kromozomuna giren grup, karşı cinsi kendine küçük bir yakınlaşma gösterdiğinde hemen onu evinin direği, ocağının ateşi, çocuklarınin babası ve kardesinin eşinin de kayınçosu yapmasından da korkarak garipleşiyordu. Ve bizler, akıl sağlığı yerinde kalabilmiş bir avuç insan, son beyin hücrelerimizi muhtemelen geçtiğimiz bir yaz gunesin zararli ultraviolet isiklarinda patlatmıştık.
Mutluluk sevdiğimiz bir kazağın montunun fermuarına takılıp onu sökecek kadar ince bir çizgideydi ve mutsuzluk; o çok boktandı.
Bomboş bir yerde kaza vuku bulunca nerden geldiğini anlamadığınız, bir anda boşluktan doğan matrix karakterleri gibiydi mutsuzluk. Hayatınızda en ufak bir kazada farklı açılardan gelen Hüseyin'di, sana kasko soran taksici ve hatta kenara çekip izleyen kadıköy minibüs hattıydı. Bir öğrenci uzatır mısınızdı, önce kimlik göreyimdi.  Aslında olması gereken yerde olan ama bir an gerginliğe yol açandı. Daha afilli dursun diye ona Murphy dedik, kanunlarını benimsedik.
Yanımızda olanlarla mutlu olmayı bilmeyip, hep uzaktan mutlu olmayı seçtik, itiraf edelim, hepimiz biraz aşk hipermetroplarıydık.

İste konuyu dağıtmayayım, asıl hikayeme döneyim;
Dedi "naber?"
Dedim "iyidir."
Dedim "n'olacak"
Dedi "nolsun."

Sonrası ha fermuar kazağa takılmış, ha sen yaşadıgın olaya. Gerisi aynı Hüseyin abi.