12 Kasım 2013 Salı


Annemlerin belli ki Eylül ayının coşkusuna kapılıp biraz esen bir yaz akşamında işi pişirmesinden sebep 87 yılının Haziran ayında Bakırköy Çamlık Hastanesinde doğmuşum. Doğmuşum doğmasına da bu ebeveynlerden biri de çıkıp "Karıcım/kocacım. Biz bi halt edip çocuk yapıyoruz da şöyle doğumu Mart-Nisan'a denk getirelim. Çocuğumuz Koç burcu olsun, gamsız olsun. Şimdi bu ay yaparsak kazara Yengeç doğar. Kendi emdiği de yanındakinin emdiği de yıllarca burnundan gelir." dememiş. Madem burcu yok saydın bir hata işledin bari yükseleni bir şekilde denk getir di mi güzel annem, canım annem. Hani günümüz tıp şartları artık hop veriyorlar suni sancıyı fırtlıyoruz minicik delikten. Burda bile hiçe sayılıp 5 çayına yetişme arzusu içindeki annemin doğumuma 3'te diye karar verip duygularımın hiçe sayılması vardır ki yükselenimin kıskançlığı da burdan gelir.

Neyse efendim, varsa yoksa fanfinifon. Zulmünü ben çekiyorum.

Bir de burcum sorulduğu zaman iki bacağımı kesip dilenmeye zorlanmışçasına acıyarak bakan insanların "ayyy yengeççç... Çok duygusal, çok evcimen, aileye bağlı, ay yazıık" halleri var ki başlı başına bu bile katil olmaya yeterli. Zaten bu bakış açısından dolayı sanırım duygusallığa dair hislerimi zamanla yonttum. Zaman zaman bir panda sahibinin ayağına yapışıp sarılması videosuna gözlerim doluyor ama olacak o kadar.

Yalnız bir huy var ki, ah bir huy var ki çocuklar, ne kurtulabiliyorum ne bir hayrını görüyorum. Hep entrika hep skandal. Hep bi yalan rüzgarı hep bi viktor hep bi niki.

Kurtulamıyorum anasını satayım, kurtulmayı geçtim kabul etmiyorum da. İnkar aşamasını geçip, "ben böyleyim ulan işine gelirse" diyebilsem belki düzelecek ama yok.

Gecenin bi vakti benim çocuktan ses çıkmayınca elime bir paket alıp kapısında bitip en masum halimle "benim aşkım acıkmıştır şimdi" diyip sarıldığımda, o gözler 3 saniyelik kısa sürede içerde kimse var mı sorgulamasını geçip masanın üstündeki tel tokanın bana mı yoksa başkasına mı ait olduğunu çözüyor ya FBI yanımda halt etmiş.

Sonra o 3 ay yemek yemeyen  kutup ayısının karşısına çıkmış fok balığına saldırması gibi döner ekmeğine saldırırken ben toka üzerindeki saçın bana mı yoksa başkasına mı ait olduğu sorgulamasını çoktan çözmüş ikinci hedef olan bulaşık makinesindeki bardaklardaki dudak izinden sorgulama aşamasına geçmişken buluyorum kendimi.

Son lokmalarını bitirdiğinde ise çapraz sorgulamayla 2-3 hesabını alıp montumu giyip bir hışımla uzaklaşıyorum olay mahalinden. Asayiş berkamel.

Bazen diyorum kızım Safiye Soyman mısın sen? Demet Akalın mısın? Hayatında yeni sevgilisi olmadan sürekli eski sevgili yapan Ece Erken misin, nesin?

Biliyorum, kış gecelerinde öpüşüp koklaşsalardı bu iş böyle olmazdı.

Biliyorum 5 çayı değil de 9'daki sinema matinesi olsaydı hedef yine ucundan köşesinden sıyrılırdım.

Biliyorum, bu işler hep böyle.

1 Mart 2013 Cuma

evet, ne yazık ki onurun, gururun, haysiyetin, ailenin, aşkın, sevginin yozlastığı/önemsenmediği, çıkarlarla, beklentilerle, karlarla, hesaplarla dolu; dostunu düşmanını karıştırdığın ve en önemlisi yağmurlu havalarda müşteri beğenen taksicilerin bulunduğu bir dünyaya bir sevgili daha getirmistim. Zaman zordu, insanlar ve ozellikle xy kromozomuna giren grup, karşı cinsi kendine küçük bir yakınlaşma gösterdiğinde hemen onu evinin direği, ocağının ateşi, çocuklarınin babası ve kardesinin eşinin de kayınçosu yapmasından da korkarak garipleşiyordu. Ve bizler, akıl sağlığı yerinde kalabilmiş bir avuç insan, son beyin hücrelerimizi muhtemelen geçtiğimiz bir yaz gunesin zararli ultraviolet isiklarinda patlatmıştık.
Mutluluk sevdiğimiz bir kazağın montunun fermuarına takılıp onu sökecek kadar ince bir çizgideydi ve mutsuzluk; o çok boktandı.
Bomboş bir yerde kaza vuku bulunca nerden geldiğini anlamadığınız, bir anda boşluktan doğan matrix karakterleri gibiydi mutsuzluk. Hayatınızda en ufak bir kazada farklı açılardan gelen Hüseyin'di, sana kasko soran taksici ve hatta kenara çekip izleyen kadıköy minibüs hattıydı. Bir öğrenci uzatır mısınızdı, önce kimlik göreyimdi.  Aslında olması gereken yerde olan ama bir an gerginliğe yol açandı. Daha afilli dursun diye ona Murphy dedik, kanunlarını benimsedik.
Yanımızda olanlarla mutlu olmayı bilmeyip, hep uzaktan mutlu olmayı seçtik, itiraf edelim, hepimiz biraz aşk hipermetroplarıydık.

İste konuyu dağıtmayayım, asıl hikayeme döneyim;
Dedi "naber?"
Dedim "iyidir."
Dedim "n'olacak"
Dedi "nolsun."

Sonrası ha fermuar kazağa takılmış, ha sen yaşadıgın olaya. Gerisi aynı Hüseyin abi.

27 Ocak 2013 Pazar


Aceleyle içeri girdim. Kıştan nefret ediyorum, lahana gibi kat kat  giyinmek bir yana, evde resmen telleri tek tek bir düzen içerisinde yaptığın saçlarını rüzgarın küçük bir çocuğun saçlarını elleriyle dağıtması gibi bir hale sokması, kızarmış bir burun, soğuktan sıcağa girince önce öpüp sonra mı soyunsam yoksa hemen soyunayım öyle öperim hali mi bilmiyorum, kızgınım. Soğuk hava, gereksiz düşünen, kendini yoran ve strese sokan beyin hücrelerimi öldürmediği için kızgınım. Hoş çoktan öldürseydi o an yanında olmazdım o da ayrı.

Hoş ve çekici dursun diye gömleğimin üst yaka düğmelerini bağlamamış, hafif salaş bırakmıştım. Buluşmaya gittiğimiz yerde dev boy aynasında, rüzgardan kızarmış yüzümle birlikte gömleğimin kollarını da bağlamayı unuttuğumu farkettim, o an anladım ki Cotillard’lardan  Marion değil, yunan gecelerinden Fedon’dum. Kırılan eskimiş tabaklar değil, hayallerim oldu. Sen bunlara dikkat ettin mi bilmiyorum tabi.

Hobi olarak insanlara ikinci şans verip, sonrasında o ikinci şansı verdiğim için kendime küfrediyorum. Sonrasında kendime kızgınlığımla onlara üçüncü şanslarını verip kendimi cezalandırıyorum, 4-5 derken sonsuz döngüyü yakalıyorum, böyle giderek sanırım ölümsüzlüğü yakalayacağım. Sen de bu halimin belirtsiz güzel bir nesnesisin. Sorun sende değil bende.

Hani o çok sevdiğiniz adamın fotoğrafını arkadaşlarınıza gösterirken “aslında daha güzel de burda çirkin çıkmış” savunmamız var ya o durumdayım senin için. Sürekli yanlışlar peşindesin, bense o yanlışları önce kendi bünyeme doğrulatıp sonra arkadaşlarıma düzeltiyorum; “aslında öyle bir insan değil” diye. sanırım seni savunabildiğim kadar herkesi savunabilseydim, yemnederim buraların en kral avukatı olurdum. senin yanlışlarını arkadaşlarıma o kadar çok izah etmeye alışım ki gün geldi onlar sormadan düzeltmeye başladım: “Alo canım naber? O geçen gün bana öyle demiş ya aslında öyle demek istememiş aslında. Yani onun demek istediği şey şuymuş aslında..” ilkokul kitaplarındaki şairin anlatmak istediği şey oluverdin birden. Bense “suya hasretim” derken sevgilisini özlediğini belirten değil iski’yi bekleyen sevgiliyi arıyordum oysa. Üzgünüm, yanlış numaraydın.

Ki geçmişin bile Dallas dizisi. hiç iyiyi oynamamışsın. Bense 3. sınıf Kanal D gece yarısı korku filmlerindeki sese gidip ilk ölen sarışın kızın günümüze uyarlanmış versiyonuyum. Ses geliyor, biliyorum. Bakmazsam film olmayacak, bakarsam o salak kızım.

Bi de biliyorum yani, yeni de tanışmıyorum, adam kötü. Adam Erol Taş, adam lisede bana takan matematik hocası, adam annemin bana övdüğü komşunun 5 alan kızın modern dünyamızdaki karşılığı. Neden bu beklememiz, neden hep Alis Harikalar Diyarında?

Hep bir dizide kötü olup diğerine kahraman olarak transfer olan oyuncular yüzünden bu garip halimiz bence, başkasının hikayelerindeki kötü adamları bizim kahramanımız zannetmemiz.